Üç asırdır, kâğıt üstünde çizilen
sınırların böldüğü halklar, 70 yıllık zoraki bir birliktelik, farklı dinler,
farklı tarihler, farklı ittifaklar...Balkanlar, yeryüzünün en sıcak
noktalarından biri... Dün de böyleydi, bugün de...
1389 yılında Kosova Savaşı'nın ardından tümüyle Osmanlı egemenliğine giren Balkanlar'da, dengeleri yıkan olay 1878 yılında toplanan Berlin Konferansı'ydı.
1389 yılında Kosova Savaşı'nın ardından tümüyle Osmanlı egemenliğine giren Balkanlar'da, dengeleri yıkan olay 1878 yılında toplanan Berlin Konferansı'ydı.
Kapitalizmin ilk kez emperyalizm aşamasını belgeleyen bu konferans, sadece dünyanın sömürgeci devletler arasında paylaşımını değil, aynı zamanda Balkanlar'daki yeni nüfuz alanlarını da belirlemişti. İngiltere Yunanistan'ın, Fransa ve Rusya Sırbistan'ın, Almanya da Bulgaristan'ın hamisi olup çıkmıştı.
1912 yılındaki Balkan Savaşı'yla birlikte, daha önce bir Osmanlı eyaleti olan Balkanlar'da, artık her birinin arkasında bir batılı gücün bulunduğu yeni devletlerin sınırları çizilmişti: Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan, Karadağ, Makedonya ve Arnavutluk. Ama Balkanlar'ın acı dolu tarihi de belki o gün yazılmıştı.
Acı baskılarla, Asimilasyon politikasıyla yaşamakta olan Pomak ulusundan Kardeşlerimiz, Soydaşlarımız bugün olduğu gibi eskidende yüzlerce katliam, soykırım acısıyla yüz binlerce Pomak öldürülerek, şehit olmuşlardır, Yerlerinden, topraklarından uzaklaşarak, sürgün olarak, göçe zorlanmışlardır. Düşmanlar binlerce kadın, çocuk, yaşlıları her türlü işkenceyle, baskıyla öldürerek, yaşamlarını kayıp etmişlerdir, Açlıktan, hastalıktan dolayı öldürülmüştür. Balkanlarda, çok sayıda etnik grubunun olduğu bir bölgedir.
Buralarda rejimlerinin kurbanı olmuşlardır ve çok sayıda pomak vatanlarından, topraklarında uzak ülkelere trenler ile yada göç yollarında ölüm yolcuğuna bırakılarak, boz karlar, arasında Soğuktan Canlarını kayıp etmişlerdir.
Pomakların kendi toprakları olan Balkanlarda uzun tarihlerden beri yaşayan Pomak soydaşlarımıza yönelik katliamlar, soykırımlar, acı işkence baskılar her yönüyle sürerek, ölüme bırakılan Pomaklar artık
yok olmaya doğru acı hayatlarını, göz göre, göre vahşi Avrupa'nın karşısında sessiz kalarak kültür ve ulus olarak kaybolmaya doğru gidiyorlar.
Evet, Pomak kardeşlerimiz, soydaşlarımız Balkan Savaşları 93 savaşında
Pomakları öldürülüyorlar, şehit oluyorlar ve daha acısı Soğuk Savaşlar dönemi ve sonrasında acılar artarak her pomak kendisini güvenceye alınmadan gecenin son saatlerinde ve gündüzün başlangıcıyla ölüm karşılamaktaydı isim değiştirme baskıları , din değiştirme zorlamaları her an Pomakları yok etmeye, ortadan kaldırmaya soykırıma doğru planlarını çizmekteydi, yönetmekteydi kendi toprakları olan Bulgaristan ve Yunanistan Pomakları acı, baskılı,
çileli günleri bitmeden her pomak için yok etmeye yönelik sistematik asimilasyon politikalar sürmekteydi ve günümüz dede sürmektedir.
Benim kültürümün ve dilimin, Pomakçamın yaşayamaya hakkı vardır ve hiç kimsenin bunu görmez den gelmeye yetkisi yoktur. Benim dilimin insan tarafın dan artık konuşulmayaca ğını düşündüğümde; kendi ölümümü düşünmekten bile daha derin olan soğuk bir ürpertiyle baştan aşağıya sarsılırım, çünkü bu benim soyumun toplu ölümü demektir. Ciddi olarak tehlike altındaki diller : Konuşanların en gencinin 50 yaş ya da üstü olan diller; Can çekişen diller : Çoğunun yaşlı olduğu, sadece bir avuç konuşanın olduğu diller;
Tükenmiş diller – Hiçbir konuşanın kalmadığı diller.
Pomakça Can çekişen diller grubundadır.
En basit ifadeyle, dil ölümü bir halkın ölümü demektir.
Yeryüzünün en büyük entellektüel felaketi, kimlik kaybı ve dejenerasyon
nedenidir. Çünkü dil ile ölen sadece kelimeler değil; kültür, gelenek, ve
tarihtir aynı zamanda.
Dil uzmanlarına göre bir dilin ölümü o dili konuşan kimse kalmadığı zaman
gerçekleşmektedir. Eğer bir dilin herhangi bir dialektini konuşan kimse
kalmadıysa ve hiç kayıt altına alınmadıysa (yazılı ya da sesli olarak), ve
tarihe damgasını vurmuş bir halka ait değilse, geleceğe taşınacak bir şey
olmadığından, o dil hiç varolmamış gibi sayılacak ve adı dahi geçmeyecektir.
Keza, konuşan kimse kalmadığı takdirde, kayıt altında alınmış olsa dahi,
‘yaşayan bir dil’ olarak görülmeyecektir. Bir dilin yaşaması için kaç kişinin
konuşması gerekir sorusu tartışmalıdır. Sadece 20 kişi, 500 ya da 1,000 kişi
kalsa, o dilin kurtuluşu anlamına gelir mi? Bu, tamamen konuşan kişilerin dili
yaşatma konusundaki kararlılıklarına, genç nesillere aktarıp aktarmadıklarına,
ve dili konuşan kişilerin birbirlerine ne kadar yakın yerleşim birimlerinde
yaşadıklarına bağlıdır.
Diller neden ölür?
